iki
Gömüldüğüm zamanı kestirmek çok güç. İçine özenle yatırıldığım ahşap sandık, tabutum, çoktan eriyip gitti. Yüzüme akan toprakla uyandım o gün korkuyla. Hala karanlık, soğuk ve sessizdi mezarım. Birkaç böcek kıpırdıyor ve toprak homurdanıyordu yalnızca. Öyle korkmuştum ki zamanımın geldiğinden, ölmekten… Sürekli tetikte, kendimi kontrol ederek yaşıyordum toprağın altında. Yaşıyorum diyorum zira kaç yıl yatarsam yatayım bu mezarda bir türlü ölü olduğuma alışamıyordum. Zamanım dolmadan biri beni bulsun diye her gün yalvarışla bekliyordum.
Sonra, yıllar ve yıllar sonra yeniden uyandım. Kendiliğinden, pat diye. Belli ki dünyanın altındaki sessizlikti beni uyandıran. Bütün o uğultular, çıtırdılar, dünyanın ninnisi gibi gelen hışırtılar bitmiş ve içimde beliren huzursuzluk beni tekrar uykumdan etmişti.
Gözlerimi açtığımda, daha doğrusu açmaya çalıştığımda bir süre zorlandım. Çünkü karşımdaki toz bulutu gözlerimi yakıyor, kamaştırıyordu. Kapkaranlık yeraltı gün gibi ortadaydı. Bir süre sonra alıştım ve gözlerimi açtım. Onlarla konuştuğumda birkaç on metre ileriye gömülen bir küp altından saçılan toz taneleri olduklarını anladım. Daha ilginci ise kendimin de altından olduğunu o vakit anladım. Altından bir anahtar…
Yıllardan ve günlerden haberim olmadan kim bilir ne çok zaman geçmişti. Yerkürenin titreşimlerini duyamıyordum artık. Toprağın altı da günden güne ıssızlaşıyor, daha da sessizleşiyordu. Beklemekten yorulup uyuyakaldığım her seferinde hala hayatta olmanın hayal kırıklığıyla uyanıyordum. Bir süre sonra tamamen terk edildiğimi ve unutulduğumu kabullendim.
Altın tozlarıyla biraz daha aydınlanmış olsa da hala aynıydı mezarım. O zamanlar hala inancım vardı. Yüzeye yakın hissediyordum. Üzerime çok fazla zaman ve katman binmemişti sanki. Ama bir gün sıcaklık artmaya başladı. Çok değil ama birkaç derece de olsa hissetmeye başlamıştım. Sonra korkularım yeniden meydana çıktı. Canlılığa ya da ölüme dair her şey birer birer siliniyordu. Battıkça batıyor yeniden karanlığa doğru gömülüyordum.
Derken bir gün yeniden uykumdan uyandım. Fakat bu defa beni uyandıran ışık daha parlak, daha sıcak, daha yumuşaktı. Toprağı eşeleyen metalik bir el nihayet bana rastlamış ve dokunmuştu. O elin sertliğini ve soğukluğunu hiçbir zaman unutmayacağım…